© Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık, 2019
1. baskı: İstanbul, Haziran, 2021
Babasız çocuklar tanrıya sığınırdı ama o tanrı olmayı seçti.
Ahmet Ümit'in yine tarihi bilgileri, polisiye bir romanla harmanladığı, bir solukta okuyacağınız bir kitap 'Kayıp Tanrılar Ülkesi'.
Bu kez, mitoloji de işin içinde; Ahmet Ümit hem hızlandırılmış mitoloji dersi veriyor bizlere, hem de tarihin sayfaları arasında Almanya ve Türkiye arasında mekik dokutuyor.
'Spoiler' vermeksizin arka kapak yazısındaki kadarıyla alıntılarsak; Berlin Emniyet Müdürlüğü'nün cevval başkomseri Yıldız Karasu ve yardımcısı Tobias Becker, göçmenlerin, işgal evlerinin ve sokak sanatçılarının renklendirdiği Berlin sokaklarından Bergama'ya uzanan bir macerada, hayatı ve insanları yok etmeye muktedir sırların peşinde bir dizi cinayeti çözmeye çalışıyor.
Gerçekten de, en sevdiğim roman tarzının bir örneği olarak sürekli internete başvurduğunuz; bir sayfayı okurken Berlin'deki ırkçılıkla ilgili bir kelimeyi Wikipedia'da araştırırken, bir diğer sayfayı okurken Atatürk'ün Bergama'da çekilmiş bir fotoğrafını Google'ladığınız bir serüven.
Not: Atatürk'ün Bergama'da çekilmiş fotoğrafıyla ilgili bir detay gözüme takıldı. Ahmet Bey'e de twitter'dan yazarak yorumunu istedim.
Kitaptan küçük bir mitoloji esintisini aşağıda sunuyorum. Burada, her şeyin başlangıcından toprak ananın oluşma sürecine uzayacak anlatımın ilk kısmının, Big Bang çağrışımları çok hoşuma gitti.
Sf.42
Unuttuğumuz yerden başlayacağım. Bir daha unutmamanız için, hiç aklınızdan çıkmaması için, varlığımı bedeninizde ikinci bir yürek gibi hissetmeniz için yazmaya en baştan başlayacağım. Henüz titanlar, devler, tanrılar, siz insanlar ve cümle mahlukat yokken, henüz yeryüzü hayata hazır değilken, henüz ışık üzerimize düşmemişken... İşte o muhteşem karanlığı anlatacağım size, o görkemli sonsuzluğu, o haşmetli boşluğu. Evet, önce karanlık vardı; ucu bucağı olmayan, başı sonu belirlenemeyen, hiçbir kayıya ulaşmayan, herkesi, her şeyi, hepimizi sarıp sarmalayan sonsuz bir karanlık. Hayat, işte bu sonsuzlukta çalkalanırdı. Demek ki kadim ve kaim olan bu sonsuz karanlıktı. Güneş büyüklüğünde bulutlar gezinirdi ki, onlar sarı, mavi, kırmızı ve yeşildiler; dünyalar birbirine girerdi ki, güzel yüzlü tanrılar doğardı bu çarpışmalardan; yıldız büyüklüğünde patlamalar olurdu ki, öfke dolu bir haykırış asılı kalırdı karanlığın kalbinde. Karanlık dediğime bakmayın, aslında canlı bir mahluktan söz ediyorum, yeraltı ülkesinin ulaşılmamış derinliklerinde yaşayan, kıpırdadıkça sırtındaki pullan ışıldayan, derin derin iç geçiren devasa bir yaratıktan.
Ahmet Ümit, mitolojik hikâyelerini romanın içersine serpiştirirken de ustalığını gösteriyor. Antik tanrıların hem birbirleri arasında hem de insanlarla konuşmalarının içinde aşağıdaki gibi çarpıcı esanslar da yerleştirilmiş.
Sf. 167
"İnsanlarla uğraşmayın yüce Zeus, tekin değil bu yaratıklar. Belki de sizden önce, yani Hera'dan, Poseidon'dan, Hades'ten, yani tüm tanrılardan, belki de bizden önce, yani Kronos'tan Rheia'dan, Gaia'dan, Uranos'tan, yani tüm titanlardan önce, onlar vardı. Belki de bütün şanlı titanlar, görkemli devler ve siz kudretli tanrılar, yani bütün ölümsüz varlıklar, insan denen o ölümlü varlığın hayalleriyiz. Belki de bizi zihinleridir, akıllarıdır, rüyalarıdır. Belki de onların inancı yaratan onların olmasa biz olmayız, belki de onların duaları olmasa gücümüzü kaybederiz. Küçümsemeyin onları yüce Zeus, gizemli bir yan var bu insan denen mahlukta, karanlık bir taraf."
Kitabı bir haftasonunda hızlıca okuyup bitirdim. Şimdi sırada önce tekrar Bergama antik kentini ziyaret, sonra da pandemi ilk müsaade ettiğinde Berlin'deki Pergamon Müzesi'ne ziyaret.
Öncelikle Ahmet Ümit'in kitapta, Bergama kalesine çıkıp kazı alanının aşağıdaki halini "üzüntü içinde orada bakakaldım ... insanlar mermer parçalarını ağır balyozlarla kırıp küçük parçalara ayırıp yakmak üzere kireç çukurlarına atıyorlardı" diye günlüğüne yazdığını söylediği Carl Humann'ın baktığı yerden antik kente tekrar bir bakmam; sonra da Berlin'de Zeus Altarı'nı ziyaret edip, olması gereken yerden kilometrelerce uzakta olduğu için hüzünlenmeli mi, yoksa en azından halen ayakta olduğu için sevinmeli mi karar vermem gerek.
Yorum ve önerileriniz için şimdiden teşekkürler.
Volkan
Comments